Bugün, Türkiye’nin ortak sunucusu olduğu, BM Genel Kurulu’nun 9 Aralık tarihini “Soykırım Suçu Mağdurlarını Anma ve Onurlandırma ve Bu Suçun Önlenmesi Uluslararası Günü” olarak belirleyen kararının 10. yıldönümüdür.
Bugün, aynı zamanda “1948 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin” 77. yıldönümüdür. Sözleşme, uluslararası toplumun bu en ağır suçu önleme ve cezalandırma taahhüdünün altını çizmekte ve suçun uluslararası hukuktaki yasal tanımını yapmaktadır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli kararıyla Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi kabul edilmiştir. Sözleşme, Genel Kurul’un kabul ettiği ilk insan hakları belgesi niteliğini haizdir. Sözleşme’nin temel amacı, insanlık için büyük kayıplar yaşatan soykırım suçundan insanlığı korumak için uluslararası iş birliğinin tesis edilmesi olarak belirlenmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 29 Eylül 2015 tarihli kararıyla Sözleşme’nin kabul edilişinin yıldönümü olan 9 Aralık günü, soykırım suçuna dikkat çekmek amacıyla “Soykırım Suçu Mağdurlarını Anma ve Onurlandırma ve Bu Suçun Önlenmesi Uluslararası Günü” olarak belirlenmiştir.
“Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde” ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen; gruba mensup olanların öldürülmesi, grup mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi, grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracak şekilde yaşam şartlarının kasten değiştirilmesi, grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler alınması, gruba mensup çocukların zorla bir başka gruba nakledilmesi soykırım suçunu oluşturan eylemler olarak nitelendirilmiştir. Bu çerçevede Taraf Devletlere soykırım suçunu önleme ve bu suçu işleyenler ile suça iştirak edenlerin, suça teşebbüs edenlerin, suçun işlenmesine yönelik iş birliği yapanların cezalandırılması yükümlülüğü getirilmiştir.
Soykırım; insan onurunu yok sayan, en ağır insan hakları ihlallerinin başında gelen bir insanlık suçudur. Soykırım; belirli bir grubun ulusu, etnik kökeni, ırkı, dinsel veya siyasi görüşü nedeniyle bilerek ve istenerek, sistematik bir şekilde ortadan kaldırılmaya çalışılmasıdır. Bir topluluğun topraklarından ve kültürel bağlarından koparılması, yaşam alanlarının yok edilmesi veya yaşam alanlarına el konulması eylemleri de soykırım tanımı kapsamında değerlendirilmektedir.
Tarihi boyunca geleneksel güçlü insani yaklaşımı sürdüren Türkiye, zulüm, baskı, şiddet ve terör saldırıları mağdurlarına barınak sağlamaya devam etmektedir. Kötü niyetli çevrelerin bu köklü geleneğimizi ve yaklaşımımızı yanlış tanıtmayı amaçlayan girişimleri kara propagandadan başka bir nitelik taşımadığı gibi, tarihsel gerçekleri çarpıtmaya yöneliktir.
Bu vesileyle, tüm soykırım suçu kurbanlarını saygıyla anmalı, insanlığın karşı karşıya kaldığı bu tür ağır suçların bir daha işlenmemesi için bir davranış birliğini sergilemeliyiz.
Kızılderili, Maori, Tazmanya, Kara Afrika, Myanmar, Tibet, Filistin, İnka, Aztek, Maya, Kongo, Hint Müslümanları, Yahudiler, Bosna Srebrenitsa soykırımı Batı Medeniyetinin Soykımcı ve Zorba Tarihidir.
İster Kendisine Repressia veya asimilasyon desin, ister kültürel iletişim, isterse kültürel devrim hepsi bir şekilde sonu sırasıyla; baskı, zorbalık, şiddet, terör ve etnik temizliğe varana kadar holokost/genocide ya da bildiğimiz anlamda soykırıma sürüklemektedir.

Soykırım çeşitleri genellikle aşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir:
- Fiziksel Soykırım: Topluluğun üyeleri öldürülmesi veya ciddi bedensel ve zihinsel hasar verilmesi.
- Zihinsel Soykırım: Topluluğun yaşam koşullarını topluluğun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak bozulması.
- Grup Doğumları: Grup içinde yeni doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması.
- Zorla Doğum: Grup içinde çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi.
Yani sevgili okurlarım Soykırım deyince aklınıza muhakkak ki bir yerde toplu kıyım gelmemeli. Soykırım bir gün sürebileceği gibi yıllarca süren politikaların birleşiminin mahsulüdür aynı zamanda.
Şimdi diyeceksiniz ki hiç Türk Dünyasından bahsetmemişsin?
Efendim bu konu ile ilgili daha geniş bir paragraf bırakmak ve yazımın sonunu böyle bağlamak istediğim için sona bıraktım. Böylece belki geçmişte kullandığım soykırım, vahşet ve terör ile ilgili yazılarıma dönüp ne anlatmaya çalıştığımı daha rahat anlamanızı istemiştim.
Yukarıdaki paragrafta gördüğünüz üzere daha çok dünyadaki soykırım örneklerini verdim. Benim kendi iç dünyama dönecek olursak bize yapılmış soykırım olarak gördüğüm tabir şöyledir:
İster Türk Dünyasına ister Türklük Bilinciyle yaşayan bir topluluğa, ister Müslüman Türklere veya farklı dine mensup Türklere yapılmış olursa olsun benim için hepsi aynı noktada BİZ kelimesine çıkar.
Ayrıca katılırsanız memnun olacağım bir diğer husus, Türk Dünyasının Devlet Hinterlandı bildiğiniz gibi Atlas Okyanusundan, Çin Seddine, Hint Okyanusundan Kuzey Buz Denizine ve Kamçatka Yarımadasına kadar uzanır. Afrika’nın da Orta ve Kuzey Afrika’sını kapsayacak şekilde. Hatta bu dünyaya Uzakdoğu Müslümanlarını da Arap Yarımadasını da katarak söylemekteyim.
İşte bu haritanın içinde yaşayan etnik kökeni, dili, dini fark etmeksizin ilgi alanımızdaki her millet bizim için BİZ veya BİZE yakın anlamını ihtiva etmektedir. Kısaca Türk ve Türkofiller diyebiliriz.
Onları da Evrensel Kümenin içinde, Ayrıca Kesişim kümemiz olarak görmemiz gerektiğine inanırım. Bugün Arnavutluk’a yapılan ötekileştirme kadar Sudan Sorunu da Pencap- Keşmir Problemi de Moritanya da Somali’de, Yemen’de Türkiye’yi ilgilendirir.
Doğu Türkistan, Kıbrıs, Yakutya, Altay Cumhuriyeti, Başkurdistan, Tataristan, Hakasya, Tuva, Çuvaşistan, Dağıstan, Kırım, Suriye, Irak, Bosna, Makedonya, Azerbaycan, Karabağ, Güney Azerbaycan, Güney Türkistan, Musul-Kerkük, Halep Türkmeneli, Kırım, Bulgaristan, Batı Trakya, Fergana Vadisi, Nogay, Kumuk, Kıpçak, Karaçay, Balkar, Adalar Denizi, Girit, Rodos, 12 Ada, Acaristan, Abhazya’da ki gelişmeler istisnasız, antlaşmaya gerek bile duymadan doğal garantörü olduğumuz topraklar olduğu için ülkemizi %100 ilgilendirir.
Bu husus gelecekteki Türk Devletleri Teşkilatının genişlemesi ve Türk Birliğinin adımları demektir. Sadece Türk Dünyasını bugünkü haliyle topladığınızda ortaya 350 milyonluk dev bir topluluk, dev bir coğrafya, dev bir ekonomik büyüklük, tarım, endüstri, maden, uzay, uçak, nükleer, petrol, uranyum, değerli maden elementleri ortaya çıkacaktır.
Dünyanın kendi ekonomik hinterlandını kurmasına hoş bakmadığı tüm zararlı dernek, antlaşma ve politikalarının nedeni Türklüğün Dünyanın süper gücü olmasını istememelerindendir. Neredeyse Tüm Batılı Devletler, Çin, Rusya, Hindistan, Molla İran’ı, Vahabi Arap Rejimleri bu konuda fikir ve görüş birliğindedir. Umarım Bu Açıklayıcı Doğrulamama Katılır hatta Listeye Katkıda Bulunursunuz.
Yakın Tarihimize bakacak olursak eğer Türk Milletine Yapılan Zulümleri Listelemeye Çalışalım;
- Anadolu Balkan Kıbrıs’ta Yunan zulümü,
- Hocalı Karabağ Azerbaycan Doğu Anadolu Ermeni katliamları,
- Sovyet Rusya’nın Represia rejimi nedeniyle Basmacı Hareketine karşı Yapılmış Eziyetler, Haksız ve Yargısız İdamlar ve Asimilasyon Politikaları,
- Tüm Türkistan lejyonu; şu anki 5 bağımsız Türk Cumhuriyeti ile halen bağımsızlığını kazanamamış birçok özerk Cumhuriyet ve Özerk olamamış Türk Halklarının, Kafkas Halklarının, Ahıska Türklerinin, Kırım Türklerinin Acıları,
- Komünist Çin Yönetimi tarafından halen baskı altında olan Doğu Türkistan ve birkaç Özerk Türk Yerleşimli Cumhuriyetlerin kendi inancını ve dilini yaşamaktan alıkoyulması,
- İngiliz ve Fransız destekli kendilerine milliyetçi diyen İslam’dan ve Osmanlı tebaasından ayrışmış gözü kan ve para dönmüş katliam yapan bir grup aşiretin baskısına maruz kalan Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Mısır Türkmenleri ve daha niceleri…
- Gülistan ve Türkmençay ile böğrümüze hançer saplayan Gürcü, Ermeni ve Rus iş birliği nedeniyle öz Türk Toprakları Revan, Batı Azerbaycan ile şu an ki İran Topraklarında yaşanan sürgün ve katliamlar,
- Balkanlarda Türk ve Müslüman Halklara yapılmış tüm soykırımlar (Pomak, Boşnak, Arnavut),
- Batı Trakya, Selanik, Mora, Adalarda Yaşayan Tüm Türkleri geri göndermeyerek holokost yani soykırıma tabi tutulması, Tripoliçe, Navarin’de Yaşayan sadece Mora’da 50.000 Türk ve 10 bin Arnavut ile Yahudinin yok edilmesi,
- Yüzyıldan itibaren İslamafobi’yi günümüze kadar getiren, papalığın himayesinde topraklarımıza tecavüz eden Haçlı orduları ve donanmaları,
- Karlofça Antlaşması’ndan itibaren günümüz Türk düşmanlığının tohumlarını serpen kiliseler,
- Fransız ihtilalinden itibaren özellikle Hristiyanlık dünyasında baş gösteren milliyetçi akımların Osmanlı topraklarında yeşermesi için mücadele etmiş Cizvit keşişler,
- Dünyaya dinî okul terbiyesi veriyoruz diyerek karış karış toprakları Gezen Katolik, Presbiteryen ve Lütheryen öğretmen, mürebbiye kılıklı kilise ve din adamları,
- Tanzimat Fermanı ile birlikte ülkemize yerleşmeye başlamış kalıcı Elçiler ve o elçilikte görevli gezgin, doktor, memur kılıklı ajanlar,
- Zenta Muharebesi, 93 Harbi, Balkan Savaşları, 1.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşlarında bugünkü sınırlarımıza gelene dek hem toprak hem sivil ve asker kayıplarımız korkunçtur.
Özellikle Balkanlar Türklerden önce Roma İmparatorluğu ve içindeki derebeylik klanları şeklinde yönetilen bir coğrafyaydı. 500 yıllık Türk egemenliği altında kalan bölgeden Osmanlı İmparatorluğu mecburi idari yönden 20yy. itibariyle çekilmek zorunda kaldı.
Günümüze kadar gelinen 100 yıllık süreçte ise bölgede istikrarsızlık sürmeye devam etti. Otorite boşluğundan tutun da vahşetler hiç eksik olmadı. Balkanlarda Osmanlı’dan geride kalan Evlad-ı Fatihan Türkler ve Müslüman soydaşlarımıza yapılan soykırımlar ise insanlık dışım haliyle tarihte yerini aldı.
Dolayısıyla Tüm bu anlattığım kronolojik tarihçeye baktığınızda sadece son 17. ve 20. yüzyıllar arasını değerlendirdiğimizde sivil ve askeri kayıplarımızın toplamı 20 milyonun üzerindedir.
Tarihte bu soykırımlar ve vahşetlerden bahsedilmemekte ve Batılı devletlerce tarih sümenaltı edilmektedir. Hatta Osmanlı’da özgürce yaşamış Yahudi tebaanın bile vahşetlere maruz kalmasına İsrail ve Yahudi enteljansı susmakta ve politik çıkarları nedeniyle tarihlerine ihanet etmektedirler. Çünkü bu konuda söyleyecekleri her söz onları batı karşısında yalnızlaştıracak ve şimdiki Siyonist politikaları ile Filistin halkına yaşattıkları soykırım için bedel ödemek zorunda kalacaklarını biliyorlar.
Yani sevgili dostlar Katolik Hristiyan dünyası ve Yahudi Lobisi kendi cemaatlerini bilgi fakiri yaparak yaşattıkları zulümleri aklamaya çalışmaktadırlar.
Sömürgeci Emperyalist ülkelerde geçmişte yaptıkları Soykırımları böylece normalleştirdiklerini düşünerek karşılıklı sessiz bedelleri karanlık tarihlerine not düşülmesine yol açıyorlar. Birleşmiş Milletler ise bu konulara seyirci kalmaya devam etmektedir.
Bir Anekdotumu sizinle paylaşmak istiyorum. Yıllar önce Yurtdışında bir Ticaret fuarında karşılaştığım, eskiden de ülkemize ziyaretlerinde tanıdığım Hint İsrail Yahudi’si Tüccara zamanında fuar esnasında daha fazla dayanamayıp sormuştum:
- “Filistin de ki, İsrailliler yerli halkı evinden çıkartarak istilacı Yahudi yerleşimcileri kalıcı şekilde mülk sahibi yaparak, barındırması hakkında ne düşünüyorsun?
- Yardım götüren Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda hiç çekinmeden askeri müdahale yapılmasını ve silahsız sivillerin katledilmesini nasıl karşılıyorsun?
- Hiçbir inançta dinen ve vicdanen reva olmayan ve bu ahlaksız girişimleri içinize nasıl sindiriyorsunuz?” Diye sormuştum kendisine.
Cevabı aynen şöyle olmuştu:
- “Biz Hindistan’dan geldik. Zaten konunun içinde Hint Yahudileri hiçbir zaman olmadı. Hatta her zaman sömürgecilikten çok çektik. Bu konuda benim İsrail’de gözlemlediğim toplumsal ve politik davranış kalıbı ‘herkes kendi sokağını temizlesin’ dediklerini duymuştum. İşte Batıyı hazırlıksız yakaladıkları durum bu! O kadar güçlü bir sentez gücü, iktisadi ve politik lobi altyapıları var ki, Tüm Batının Soykırımla elde ettiklerini ortaya dökebilecek envantere sahipler. Dolayısıyla kendi alumni (eğitsel bağ), kültürel uzlaşma ve saygı bağını 100 yıldır Büyük İsrail devleti dini inancı iletişim ağını kurmuş durumdalar. Sence ben Çin’de, Amerika’da, Rusya’da ticaret yaparken, fabrikaları işletirken, gümrüklere girip çıkarken kapılar bana nasıl açılıyor zannediyorsun? Bu sistem masonik ve dış müdahalelere karşı dirençli bir sistem. O nedenle çok karıştırma!”
Tavsiyesinde bulunmuştu.
Size bir Siyonizm’in ve Emperyalizmin kısa fotoğrafını çektiğimi düşünüyorum.
Karşınızdaki düşünce ve anlam bütünlüğünü bilmek çok zor da olsa fikirlerini okurken, dinlerken nasıl bir sapkın zihniyet ile mücadele etmeniz gerektiğini ve geleceği yorumlarken atacağınız adımları kestirmek, A, B, C Planları yapmak en kötüsüne hazırlıklı olmak zorundasınız.
Biz Millet olarak genelde son raddeye kadar sabreden, içi dışı bir temiz yürekli, vefalı, misafirperver ve müşfik toplumlar olarak tarihte yer almışız.
Bizi kızdırmaya gelmez muhakkak ancak unutmamalıyız ki, karşımızdaki güruh; sistemli, satranç hamleleriyle gelecek 50 yılı kurgulayan, içten pazarlıklı, gerçek zikri ile değil maskesiyle hareket eden bir yapı.
O zaman biz de kendi kurallarımızla oynayacak isek uzun ve orta vadeli planlar için Türk Dünyası olarak bir vizyonu hep birlikte oluşturmalıyız.
Misyonumuz o kadar belli ve güzel ki, vizyonu da netleştirdik mi, kısa vadede bazı olumlu sonuçlar almamız muhakkaktır.

Sonuç Olarak Ne Yapmalıyız?
Konumuzu toparlayacak olursak, Türk Dünyasına karşı menfi anlamda yaşatılan soykırımların bize acılar dışında da birçok faturası oldu ve halen ödediğimizi halkımız pek bilmiyor.
Tüm bu Soykırımlarla oluşan Şehitlik mertebesindeki ölümler ve mağdur öksüz insanlar dışında, Toplum olarak nüfus kırılmasına, Toprak kaybına, günümüz yakın coğrafyamızdaki siyasi ve iktisadi istikrarsızlıklara, sömürü yönetimlerinin türlü eziyetlerine, asimilasyonlara ve terör oluşumlarına neden olmuştur.
Yukarıda belirttiğimiz 20 milyon Soykırım Mağduru Türk Yıllar itibariyle Toplumumuzun 250 milyon insanın hiç doğmamasına sebebiyet vermiştir.
Bu da bahse konu bölgelerde şu an bile Müslüman, Türk Sayısının azınlıkta kalmasının sebebini size açıklar.
Neler Yapabiliriz derseniz eğer;
Ülkemiz çevresindeki tüm Barışsever Türkofil ülkelerle birlikte emperyalizmin, sömürgeciliğin, Siyonizm’in, vahşetin sahiplerini tekrar tekrar ve yine tekrar yenecek şekilde milli davamızı mefkuremizi kısaca ülkümüzü tüm nesillere iletmek zorundayız.
Soykırımlardan uzak kalmak ve engellemek istiyorsak, o zaman güçlü olmak ve çevremizdeki tüm Türk ve Türkistan devletler Müslüman ülkeler Esaret içindeki halklar ile birlikte muhakkak bugünü Tüm bu çıplak ve acı gerçekliğiyle düşünmek, değerlendirmek, birlik olmak aynı zamanda etkili olmak zorundayız.
Tüm bu Yaklaşımları Devlet Politikası Şeklinde Eğitim Sisteminden başlayarak Hayatımıza geçirmeliyiz.
“Soykırım Suçu Mağdurlarını Anma ve Onurlandırma ve Bu Suçun Önlenmesi Uluslararası Günü’nün” bizler için anlamı bu olmalıdır. Yoksa havanda su dövmek ve sadece konuşmak dışında bir şey yapamayız.
Soykırımcı, demokrasi havariliği satan, yalan tarih anlatıcılığı ile Adalet düzenini istismar etmeye çalışan sömürgeci zihniyet ve emperyalist ülkelere etki edememek durumunda kalırız.
Türklük mefkûresinde, 5000 yıllık tarihimizde, kültür ve inanç dünyamızın geleneğinde bu davranış kalıbının yeri yoktur.
Tarihe kendimizi sorgulatmamak ve atalarımızın ruhunu huzur içinde bırakıp, çizdikleri yolun devamı için hep birlikte Türklük mefkûresinin, ahlaki İnanç prensiplerinin, Kızıl Elma’nın, İslam dünyasının bayraktarlığını yeniden gözden geçirerek ele almalıyız.
Sağlıcakla, bereketle, iyilikle, ülkünüzle hoş kalın, hoşça kalın efendim.
Cihan FULSER




























