image-2000x150
image-hhhhbackend

“8 Kasım: Yenilginin Küllerinden Doğan Türk Zaferi Neleri Değiştirdi!”

image-768x150

Ben, 8 Kasım 2020 öncesini; Kurtuluş Savaşı’nda Sakarya önlerine kadar gerileyen Türk Ordusu’na benzetirim. Birkaç yıl öncesini, özellikle de Tovuz saldırısını; kendini ve düşmanı test etme süreci olarak değerlendirir, bunu da Sakarya Savaşı’yla eş tutarım. 8 Kasım 2020’nin 44 gün öncesi Büyük Taarruz’a; 44 gün sonrası ise Kurtuluş Savaşı Zaferi’ne denk gelir.

Bu mağlubiyet duygusunun yerini alan “akan zafer” duygusu zamanla akışkanlaşarak içimizdeki yenilmişlik psikolojisini yenmemizi sağladı. Bu psikolojik dönüşüm, diğer alanlardaki başarılarımızı da tetikledi. Birlik olduğumuzda neleri başarabileceğimizi, karşımızda hangi ülkeler olursa olsun bizi yenemeyeceklerini görmemizi sağladı.

Savaşın başladığı dönemde Kanada, SİHA’larımız için anlaştığımız gece görüş sistemlerini vermeyip ambargo uygulamıştı. Bugün ise o sistemleri kendimiz üretiyoruz. Artık başkalarına bakmadan, kendi silahını üretmenin ne kadar hayati olduğunu öğrendik.

“Şuşa Bildirgesi” ile Azerbaycan ve Türkiye’den biri savaşa girerse diğeri de girmiş sayılacak maddesi eklenerek “tek millet” anlayışı, askeri açıdan “tek devlet” ilkesine dönüştü. Pakistan’la da saflar iyice sıklaştı. Böylece “tek devlet” anlayışı, bariz biçimde “üç devlet, tek yürek” formuna evrildi.

Dünya bu dönüşümün etkisini, son Pakistan-Hindistan Savaşı’nda objektif olarak gördü. 8 Kasım Zafer Günü’nde Pakistan ve Türkiye Cumhurbaşkanları ile orduları Bakü’deydi. Üç ülke arasındaki karşılıklı ziyaretler, artık aynı ülkenin illeri arasındaki ziyaretler kadar sıklaştı.

Bugün emperyalist güçler, dünyaya yön vermeye çalışan siyasetçiler ve askeri bloklar, karşılarında üç devleti omuz omuza görüyor. Artık masa başında alınan kararların değil, sahadaki askeri gücün belirleyici olduğunu anladılar.

Savaştan önce özellikle Fransızlar, “barışsever” adı altında askerlerini bölgeye yerleştirmiş, Ermeniler de onlara güvenmişti. Biz karşı saldırıya geçince ilk kaçanlar da onlar oldu. Böylece “bir devletin başka devletlere güvenerek savaşa girmemesi gerektiği” anlayışı değişti. Bu dersi alamayan Ukrayna ise hâlâ çekiyor ve görünüşe göre daha uzun süre çekecek.

Klasik silahların saltanatı, Türk teknolojisinin karşısında yıkıldı. Tankların SİHA’lar tarafından adeta “yerde yemlenen kuş gibi” avlanması, savaş sanayisini sarstı. Tank üreticileri kısa sürede 54 trilyon dolar zarar etti.

Ben bizzat şahit oldum; bizim SİHA’mız üzerine doğru geldiğinde, S-300’ü ateşlemekle görevli asker, tetiğe basmak yerine kaçtı. Elektronik harp silahlarımız, S-300’leri çalışamaz hâle getirince, uzaktan atılan füzelerin “yenilmezlik” karizması da çizildi.

Dün gibi hatırlıyorum; Paşinyan “S-300’lerin %95’i çalışmadı” deyince, Putin’in “Kes sesini” demesi de bunun en net örneklerinden biriydi.

Daha sayamayacağım kadar çok şey değişti.
Ama şu bir gerçek:
Tüm bu değişimleri —özellikle de milletimizin menfaatine olanları— şehitlerimize, devlet büyüklerimize, kahraman Azerbaycan Ordusu’na, gazilerimize, mühendislerimize ve arka planda kahramanca mücadele eden isimsiz yiğitlerimize borçluyuz.

Biz onlardan razıyız; Allah da bir değil, binlerce kez razı olsun!

Son söz:
Ne kadar ilerlersek ilerleyelim, bulunduğumuz yeri yeterli görmek gibi bir lüksümüz yok.
Hep ileri, hep ileri!
Türk’ün Zafer Günü kutlu olsun!

 

Hasan BARİN

Tarihçi, Araştırmacı Gazeteci

image-768x90

  • whatsapp
  • messenger
  • telegram
  • vkontakte
  • odnoklassniki